Son zamanlarda sıkça gündeme gelen bu konu üzerine fikir ve araştırmalarımı aktarmayı toparlayıp yazmakta fayda gördüm. İlaç endüstrisinin bu konu hakkında girişimleri ve kurduğu düzenin ayrıntılarını birkaç maddede özetleyeyim: Antidepresanın üretildiği 1950’lere kadar bu isimde bir hastalık yoktu. Bu ilacın etkisinden yola çıkılarak depresyon adlı bir hastalık üretildi. Önceden manik depresif hastalık ya da melankoli olarak adlandırılıyordu bu hastalık. 20. yüzyılın başında yeni bulunan bir tüberküloz (verem) ilacının veremli hastalar üzerinde yaptığı mutluluk verici etkiyi gözleyen hekimlerden esinlenen ilaç firmaları, bu yeni tüberküloz ilacının serotonini yükselten etkisinden hareket ederek serotonin düzeyinin depresyon adlı hastalıkta düşük olduğu savını ortaya attı. 60’lı yıllarda ülkemizde toplam antidepresan ilaç tüketimi yıllık birkaç bin kutu iken, 2001’te bu rakam 50 milyonu aştığını görüyoruz. “100 kişiden 90’ı gereksiz yere bu ilaçları kullanıyor” Depresyon tanısı aslında hasta olmayan, sadece sıkıntı çeken her insana konmaya başlandı.
Bağımlılık yapmadığı söylenen bu ilaçları bırakmak, 2-3 ay kullandıktan sonra çok zor. Serotonin eksikliğini gidermek için (ki bu iddiayı kanıtlayacak hiçbir çalışma yok) verilen bu ilaçlar, beyinde serotonin metabolizmasını bozuyor. Bu ilaçları, 6 aydan uzun süre kullandıktan sonra beyin kendi kendine yeterli serotonin üretmeyi bırakıyor, nasılsa hazırda var diye. Uzun süre kullanımlarda ise bu ilaçlar beyne zarar verebilme potansiyeline sahip. Çünkü beyin serotonin üretmekten vazgeçince onunla ilgili hücrelerinin sayısını ve bunların bağlantılarını da azaltıyor. Beyinde hücre ve hücresel bağlantı sayısının azalması riskli, çünkü bunamaya yol açıyor. Böylece, Antidepresan ilaçlarının bilinçsiz ve ihtiyatsızca kullanımı görüldüğü gibi bunamaya kadar yol açabiliyor. Siz siz olun gereksiz yere ilaç tüketimi yapmayın ve ilaç endüstrisinin vahşi içgüdüsü ile saldırdığı bu oyunun içine düşmeyin. Psikolog - Sosyolog Bayram AYDIN.
Comentários